Hayır; abartan ben değilim..!



27 Ekim 2015 Salı

Zaman ikimiz için biraz farklı işliyor
Ve bu durum özleme vaktimizi gittikçe uzatıyor 
Başka insanların bizim için geldiğine inandırıp
Bizim olanı aklımızdan atarak gerçeği unutturup

Canım kelimesinin samimiyetsizliği beni onu kullananlardan soğutuyor 

Artık arabayı eskisine göre daha yavaş sürüyorum

Babamdan önce ölürsem çok üzülecek çünkü 
Beni neden kimse düşünmüyor

Trafikte yeşil ışığın yanmasını sabırsızca beklerken 
Radyoyu kapatarak oturup sana bir şiir yazma istegi
Ve yayaları sanki hiç yaya olmayacakmışcasına ezme düşüncem 
Bir de seni, beni unutmuşken hayal etmesi
Bana her sabah alarmı erteleyerek uyuma güzelliği hakkını veriyor 
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Karnım açken sinirli olma hakkımı 

Ben seni özlerken kullanıyorum 

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Bir adamı özlüyorum
Hem de çok
Ağzımdaki elma tadında bile aklımda o
Sanırım deliriyorum
Özlemekten gözlerim uzaklara dalıyor
Annem neyin var diye soruyor
Hiç diyorum,
Hem de hiç.
Bir adamı özlüyorum
Gelir belki diye yollarını gözlüyorum
Ama nerde bilmiyorum
Kimle gülüyor bilmiyorum
Ben sadece beraber gülüşlerimizi hatırlıyorum
Bana veda ederken ki gülüşünü birde
Sonra arkasını döndüğünde saçlarını karıştırışını
Bir adamı özlüyorum
Adam nerde bilmiyorum
Adam beni özlüyor mu?
Sanmıyorum, özlese hissederdim.
Ona şiirler yazıyorum
O başka insanların hayatında
Başkaları onun için şiir yazıyor
Beni aramıyor
Adam bir gitti mi hepten gidiyor
Hiçliğe karışıyor
Hiçliğin Allah cezasını versin
Adını daha önce zikrettiğin bir kitaba el sürdüm bugün
ELim kitabın üstünde kaldı epey bir
Sonra yine kalbim yırtılır gibi oldu
Kalbim sana ne oluyor
Sevmek beyinde başlayıp biter
Sana ne oluyor
Bana ne oluyor
O bana sadece gülümsemişti 
Ne diye şimdi yollarını bilmediğim birini bekliyorum
Bir adamı özlüyorum
Ama neden özlüyorum
Neden
Neden.
Yakışıklı değil
Zengin hiç değil
Sevmeyi bilmiyor
Kalmayı bilmiyor
Kaçmayı seviyor, kovalamayı da seviyor
Gülmeyi seviyor, ama herkese gülmüyor
Bana gülüyor
Ben gülüyorum
Gülüyoruz
Neye güldüğümüzü kimse bilmiyor
Ben bunu özlüyorum
Ben onu özlüyorum
O adamı özlüyorum
Ama adam hep gidiyor
Ben hep özlüyorum
Adam hiç bilmiyor

10 Şubat 2015 Salı

Bu yazı herhangi bir şey anlatmıyor, bilin istedim.

Tanıştığımız günden beri, seni pek çok farklı şekilde hayal ettim. Yanında ben varken, yokken, traş olurken, su içerken, çorabının tekini yatağın altında bulmaya çalışırken, arkadaşlarınla şakalaşırken, güzel bir kız gördüğünde gözlerini üstünden alamazken..

Seni niye hayal ettim, kim bilir. Benim hayallerim genelde gerçeğe dönüşmez. Ya çok uç şeyler düşlediğimden, ki büyük ihtimalle nedeni bu, ya da evren bana daha az hayalperest olmam için cesaret kırıcı şeyler yaşatıyor. Dedim ya kim bilir.

Elimde evimin anahtarlığı, ucundaki saçma sapan süsle oynuyorum. Nereden geldiğini, oraya nasıl takıldığını bilmiyorum, hatırlamıyorum. Tıpkı bu anahtarlıktaki süs gibi hayatıma nereden nasıl doluştuğunu bilmediğim bir sürü şey olduğunu fark ediyorum. Burası çok kalabalık. Ve bu kalabalığın çoğu da tıpkı elimde koparırcasına çekiştirdiğim süs gibi bana hiçbir şey ifade etmiyor. Bu durum beni biraz endişelendiriyor. Endişelenmek de insani bir duygu değil mi?

Salondaki tekli koltukta oturuyorum, karşımdaki sehpanın üstündeki televizyon kumandası gözüme rahatsız edici derecede yamuk görünüyor. Halbuki kumanda yapısı gereği düz bir şey, ne kadar açılı koyarsan koy göze o kadar da yamuk gelmemeli. Cetvelle dahi düz çizgi çizemeyen bir insan olarak kumandanın duruşuna laf yapmam, biraz fazla hmmm.. egoistce mi demeli? Hadsiz? Uygun kelimeyi bulamıyorum, aklına gelirse sen tamamlar mısın bu cümleyi?

Kendini sıklıkla tekrar eden biri olarak, her şeyden çabucak sıkılırken kendimden sıkılmamam karaktersizlik olur sanırım. Bu aralar doğru kelimeleri bulmakta çok zorlanıyorum. Sanırım daha fazla kitap okumalıyım. Görmezden gelmeye çalışsam da, kitabı oluşturan sayfalar, sayfalardaki paragraflar, paragrafları oluşturan cümleler ve tabi ki o cümleleri oluşturan kelimeler de aslında hep aynı benzer şeyleri yazıyor. Yeni bir kelime öğrenmek artık çok zor ve olan kelimelerin yerini de hep aynı ifadeler almaya başladı gibi. Güzel bir şeyler okumayalı epey oluyor.

Bazen kendimi, çok bayağı bir deyim olsa da, rüzgarda savrulan yaprak gibi hissediyorum. Hangi fikri dinlesem kendi fikrim oluyor, tartışmalarda hangi tarafı dinlesem haklı buluyor gibiyim. Bir filmi izledikten sonra daha hakkında nasıl hissettiğimi düşünmeden başkalarının fikrini soruyorum ve bana göre çok saçma şeyler söyleseler de empati yapmaya çalışırken onların fikirlerinden de bir şeyler kapıyorum. Empatinin asıl amacının bu olduğunu sanmıyorum. İşin aslı, son zamanlarda empatinin oldukça acınası bir davranış olduğunu düşünüyorum. Neden kendimi başkasının yerine koyuyorum? Koymak zorunda hissetmemi sağlayan şey ne? Onlarda benim düşündüğüm şeyi düşünmeye çalışıyorlar mı? Sadece kendi fikrinin doğru olduğunu düşünmek çok mu saçma? Peki kendi fikrinin yerine bir başkasının hazır fikrini koymak çok alçakça değil mi? Kendine ihanet eder gibi işte. Hani bir şeyi yapmayacağına dair kendi kendine söz verir, sonra bahaneler uydurarak sözünü bozarsın ya. Her neyse bunun hakkında daha fazla yazmak istemiyorum.

Bugün çok tuhaf bir şey oldu biliyor musun? Çok eğlenceli ve aynı zamanda konsantre gerektiren bir olayın içindeydim, sonra aklıma birden sen geldin. Seni severim bilirsin. Seninle gülerim, eğlenirim, ve çok da kötü anılarımız yok henüz birlikte. Ama nedense aklıma sen geldiğinde birden bütün heyecanım yok oldu, kendimi adım atamayacak kadar halsiz hissettim. Eğlenemedim yaptığım şeyde, çokta önemli değildi o an yaptığım şey ama sonrasında da hiç gülemedim. Bilirsin ben genelde gülerim. Oturduğum yerden kalkmak için bile enerjimi toplamam çok uzun sürdü. Kar yağıyordu ve ben bir bacağımı diğerinin önüne neredeyse sürüyerek atacak kadar ağır ağır eve yürümek zorunda kaldım. Ellerim her zamanki gibi üşüyordu, yerler kayıyordu, şurada bir düşsem de kendi kendime gülsem hazır kimse yokken diye içimden geçirdim ama düz yolda bile ayağı takılan ben, düşmedim. Muhtemelen düşsem de gülmeyecektim. Eve geldim, yemek yerken çatalı ağzıma götürmem çok uzun sürdü, hatta o kadar uzun sürdü ki, çatalın üstündeki yemeğin bir kısmını tabağa geri düşürdüm birkaç sefer. Sonra bir film izledim senin önerdiğin, güzel filmmiş bu arada teşekkür ederim. Ama içimde biri ölmüş gibi hissetmekten o güzel filmi piç ettiğimi düşünüyorum şuan. Bu yazı gittikçe gereksiz bir şekilde uzuyor, farkında mısın?

Yazı yazarken çok fazla virgül kullanıyorum. Belki de kullanmam gerekenden çok çok fazla ve gereksiz. Ama işte, elim klavyede en çok ona gidiyor. Bunu okuyanın nerede durup bir nefes alması gerektiğine benim karar vermem çok garip. Ama virgül koymasam dediklerim anlaşılmayacakmış gibi geliyor. Anlaşılamamaktan korkmak da çok garip geldi şimdi düşününce. Yani anlaşıldığını nasıl anlıyorsun mesela? Şuan ''kırmızı'' dersem senin aklında belki kırmızı bir ferrari benim aklımda kırmızı bir ruj canlanacak, ne yani ben şimdi kırmızı deyince beni anlamış mı oluyorsun sen? Kırmızının da bir çok tonu var bu arada, eklemeden geçemeyeceğim.

Her neyse, odam çok dağınık. Sandalyenin üstünde yığılmış 3 günlük kıyafetlerim, yatağımın yanındaki camın kenarında dün içtiğim kahvenin fincanı, bugün yediğim çileğin tabağı, silmeye hep üşendiğim makyajımı temizleyen mendillerim ve kim bilir ne zaman kafamdan çıkarttığım tokam duruyor. Dolabımın üç çekmecesi de farklı aralıklarla açık duruyor, dolabın iki kapaklı aynalarından sol taraftaki zaten hep açık. Her sabah kalktığımda burayı bugün adam edeceğime dair kendi kendime söz veriyorum, ve bu sözü her sabah yeniden tekrarlıyorum. Sonra bir gün eve geldiğimde odamda bu dağınıklıktan eser bulamıyorum, çünkü annem yapamadıklarımı yapmakta hep çok iyi. Dışardan hayatıma müdahale edilmesine ses çıkartmamak bazen çok güzel ama ne zamandan beri odamı hayatım olarak görmeye başladığımı bilmediğim için, belki de müdahale edilmesinden hoşlandığım başka şeyler de var farketmediğim. Her şeyi kendi kontrolü altında tutmaya çalışan insanın da ben amınakoyayım. Oh be, nihayet şu yazının bir yerine bir küfür sıkıştırabildim. Telefonu yere düşürünce bile istemsizce 'hay ananı..'' diye söylenen biri için şu ana kadar hiç küfür yazmamak ne demek biliyor musun? Bugün cidden iyi değilim demek. Ve muhtemelen yarın sabah kalktığımda bu ruh halinin devam edip etmeyeceğini bilemeyecek kadar kendimi tanımıyorum demek. Tanıdığım kadarıyla, beni tanımak çok mühim bir mesele değil zaten, siktir et. 

Günü, ruh emiciler tarafından ciğeri soluncaya kadar emilmiş(ruhu ulan ruhu) ve bu kadar yazı boyunca sadece iki kere küfür etmiş ve cümleyi nasıl bitireceğini bir türlü kestirememiş olarak kapatıyorum. Kapattım.


23 Ocak 2015 Cuma

Sanki hep kalacakmış, hiç gitme ihtimali yok gibi bana her gün her saniye umut veriyordu

Halbuki daha 'seni sekizi yirmi yedi geçe ararım' diyip beş dakika sonra uyukluyordu

Zannederim buna ''kendine bağlamak'' deniyordu

Yoruyordu seveni, ama bir o kadar da eğlendiriyordu sevileni

Devamlı yeni planlar yapıyordu daha bir önceki gerçekleştirilmeden

Ve devamlı 'ben buradayım, yanındayım' alt metinli demeçlerini

Sevenin gözüne o kadar çok sokuyordu ki,

Seven giderek daha da korkuyordu sevilenin kaçıp gitme ihtimalinden

Tıpkı ''seni seviyorum'' kelimesinin söylendikçe kendinden uzaklaşması durumuna benzeyen.

Yarını düşünmekten bugünü sevemeyince insan,

Hayat tam bir ''offf bitse de gitsek'' olmuyor mu hocam?

Bir yerden sonra o kadar ''laylaylomgalibasanagöresevmeler'' li oluyor ki her şey

En sevdiğin yemek olan patlıcan musakkayı bile bitirmeden kalkıp gidiyorsun sofradan

Düşün ki sen patlıcan musakkayı bile yüzüstü bırakıyorsun

İki dakika önce ne dediğini unutan bir canlıya nasıl güveniyorsun?

Ama büyüyebilmek için arada göt edilmek de gerekiyor abisi

Düşenin götüne öyle sert bir tekme de senin vurman gerekiyor ki bazen,

Bir daha götünü yere sadece tuvaletini yaparken o kadar yaklaştırabilmeli düşen

Hep çilekli şeker yiyeceğine kendini inandırmaktan,

Araya serpiştirilmiş limonlu şekerler olduğunu unutabiliyor insan.

Şuan bir şarkı dinliyorum, ninni gibi geliyor ama

Aslında bana bir şeyler hatırlatıyor seninle ilgili, bu yüzden bu kadar sıradan

Aklından bir sayı tut, ne olduğunu biliyorum

Halbuki tek bildiğim şey, her saniyeye o sayıyı değiştiriyor olman kararsızlıktan

Ve sanki seni çokta tanıyor gibi konuşuyorum ya bilmiş bilmiş şuan

Aslında bildiğim tek şey, seni ne kadar da güzel tanımıyor olmam. 

20 Ocak 2015 Salı

Nefret ediyorum
Senden.

Hele ki
Bir sabah tam da seni unutmuşken

Şaka. şaka..

Unuttuğumu sanıp bir sabah 

Tam da senden başka birşeyi -mesela yiyeceğim peynirli omleti-
Düşünerek gözlerimi

Elimin tersiyle çapaklarını silerken göz diplerimin

Sanki beni denemişsin gibi

Unutup unutmadığımı seni

Kontrol etmek için 

Çıkıp gelmişsin gibi

Siktirolup gittiğin yerlerden

Ve sanki senden 
Az nefret ediyormuşum gibi

Yine. yeni. yeniden.

Nefret ediyorum
Senden.

Senden ve
Senin saçlarından

Saçların hep benimkilerden

Benimki gibi lülelerden bile

Daha özgür daha güzel

Tıpkı ben her sabah 

Tıpkı aynı kafeste uyanmaya mahkummuşum gibi

Muhabbet kuşum Şakir'in makus kaderi budur yani

Senin her sabah başka

Başka. Bambaşka.

Yani gözlerinin çapağını diyorum canım 

Her sabah bambaşka

Bir kadın için silmen gibi

Gibi. Gibi. Gibi.


9 Ocak 2015 Cuma

Zaten

Hani bi hafta sonu buluşalım demiştin

Yağmur yağacakmış, sinema güzel olur şimdi

Belki Karaköy'ün sokaklarına dalar

Tatlı da yerdik

Ben çikolata severim, bilirsin.

Ve ben gelemem demiştim bir takım 

Kendimce 

Ve kendimce olduğu kadar

Sence de çok mantıklı sebeplerden

Ondan sonra bir daha ve asla

Buluşmadık ya biz hani

Şimdi belki güleceksin 

Ama..

Bulutlar da anlamış olacak herhalde ki

Tıpkı sonradan 

Bizimde idrak ettiğimiz gibi

Sen ve benden bir bok olmayacağını 

Zaten o hafta sonu da

Hiç yağmur yağmamıştı.

8 Nisan 2014 Salı

No, you don't

"Senden hoşlanıyorum" dedim gözlerinin içine, hatta bayağı içine, tee göz bebeğinin falan da ötesine bakarak. Sonra da hemencecik çektim gözlerimi gözlerinden ve masada birbirini tutan ellerime bakarak mırıldandım:

"Hatta aşık bile olabilirim."

5-6 saniye kadar ellerimi inceledim, krem bile sürmemiştim ellerime ve tam şuan ''bende sana aşığım'' derken tutmaya kalkışırsa, rüzgar yemekten kurumuş ellerim ona sert mi gelir acaba diye endişeleniyordum.
Cevap gelmeyince tekrar yüzüne baktım. Bana bakmıyordu. Hatta benim olmadığım her yere bakıyordu bile diyebilirim. Ağzının bir tarafı sıkıntılı bir şekilde gerilmişti. Halinden memnun değildi belli ki. Hatta tam analiz yapmak gerekirse, söylediğim şeyden mutlu olmamıştı.
Yüzüne bakmaya devam ettim. Ama gözlerine değil, mesela gözünün altına, hemen elmacık kemiklerinin oradaki hafif belli çillere. Ya da kaşlarına, gürlükten sanki göz kapağında yer bulamamışçana birbirine karışmış kirpiklerine.. Kısaca gözlerine bakamıyordum ama oradan da fazla uzaklaşmıyordum ne olur ne olmaz diye, ki oldu da, yüzünü bana çevirdi ve bakışlarını gözlerime getirdi yavaşça. Hemen yakaladım onları. Kaç saniyedir bunun için bekliyordum ne de olsa. Bana bakmasını bekliyordum.

"Biliyorum, teşekkür ederim."

Neyi biliyordu anlamadım ki, ya da neye teşekkür ediyordu? Ona, unuttuğu birşeyi mi hatırlatmıştım da sanki hatırladığını belirterek teşekkür ediyordu gerizekalı gibi? 
Ben ''teşekkür ederim''in başka hangi anlamlarda kullanılabileceğini tahmin etmeye çalışırken tekrar konuştu: "Ama bende başka birini seviyorum. Hatta ona aşık olduğuma da eminim." Zoraki güldü, "Gerçi o beni sevmiyor, hatta süründürüyor. Ama olsun ben yine de onu seviyorum"

Bi dakka bi dakka. "Hatta aşık olduğuma eminim" derken, benim sana aşık olamayacağımı ama senin başka birine olabileceğini mi ima ediyorsun alttan alttan? Bi kere aşık olduğuna nerden eminsin yani? Kim dedi de emin oldun? İnsan nasıl emin olur aşık olduğuna?
Sanki ben bilmiyorum yüzüne hayvan gibi direkt ''ben sana aşığım ulan sev beni!'' demeyi. Ama siz erkekleri bilmez misin? En az bizim kadar ödünüz kopuyor aşk kelimesinden. Sanki aşığım deyince ''yarın gel babamdan iste beni'' diyoruz gibi ürküyorsunuz hemen. Hem seninle evlenmek isteyen kim ki? ''Sana aşığım'' demek, sende bana aşık ol, sev beni demek sadece. Biz kızlar o kadar da karışık değiliz aslında. O yüzden yavaş yavaş söyleyecektim bende sana aşkımı, alıştıra alıştıra seveyim demiştim hani.
Bi izin vermedin ki orospu çocuğu.
  
Demek senin sevdiğin de seni sevmiyor ha. Bir de süründürüyor senin gibi bir adamı?
Senin gibi gülünce gözlerinin içine kadar gülen, öfkelenince gözlerindeki alevle karşısındakini yakan, mutsuz olunca gözlerinin ışığı sanki her an sönecekmiş gibi pır pır eden, senin gibi bütün duygularını o güzel gözleriyle anlatabilecek kadar içten bir adamı süründürüyor demek? ''Beter ol'' demek isterdim ama diyemeyecek kadar çok seviyorum seni.

''Beter ol!'' demek yerine güldüm hafiften. Normal tabi. Nihayetinde seveni sikerler sikeni severler dedim. Tabi ki içimden. Dışımdan sadece gülme kısmına kadar becerebildim. Daha 34 saniye önce hoşlandığını itiraf ettiğin adamla öyle nerden sikerler mikerler diye konuşuyorsun? Sen daha karşısında durup ona "ama ben seni nice 34 saniyelerdir, nice 34 günlerdir seviyorum" bile diyemiyorsun da, 34 saniye önce ettiğin itirafı 6 saniyede geri çeviren adama mı sikerler diyeceksin? Sen anca böyle gülersin işte.

Sahi gülersin demişken, ben hala gülüyorum ya. Yani hoşlandığı adam tarafından geri çevrilen birinin bu denli gülmesi ne derece sağlıklı? Bende daha önce benden hoşlananları geri çevirmiştim ama hiçbirinin güldüğünü hatırlamıyorum. Geri çevirdim diye sinirlenip cama yumruk atarak elini kesip acilde 5-6 dikiş attıran bile olmuştu ama hiç gülen olmamıştı gerçekten.
Ağzım düz bir çizgi halini aldı hemen. Gözleri hala gözlerimdeydi, hayret doğrusu. Oysa az önce ben aşkımı itiraf ederken gözleriyle bir Samanyolu takım yıldızlarını incelemediği kalmıştı bana bakmamak için. Sanki şimdi beni sevmediğini, başka birini sevdiğini, gerçi sevdiğinin de onu süründürdüğünü ama yine de onu sevmekte bir sakınca görmediğini bana anlatınca üstünden bir yük kalkmıştı da rahat rahat bakabiliyordu şimdi o güzel gözleriyle bana. Biraz müsaade etsem rakı sofrasında benimle sevdiği kız hakkında dertleşecekti neredeyse itoğlusu. Tamam seviyoruz dedik de gavatız demedik!

Bir şeyler söylemem gerekiyordu sanırım. Yoksa göz temasını kaybedecektim yine. Yine bana bakmayacaktı. Belki bu seferde Kutup Yıldızlarını aramak için bakmaya başlardı etrafa. İyi de ne diyeyim şimdi ben sana? Bir de utanmadan seni sevdiğimi bildiğini söyledin bilmiş bilmiş. Madem biliyordun, neden müsaade ettin seni sevmeme, hoşuna mı gitti bir yandan sürünürken bir yandan süründürmek? Her seni görüşümde ne hissettiğimi söyleyebilmek için cesaretimi toplamaya çalışmalarım, daha doğrusu toplamaya çalışayım derken sıçışlarım eğlenceli mi geldi sana? Bence de komikti aslında ama seven insanla dalga geçilmez be, ayıptır!

- Daha önce hiç söylememiştin başka birinden hoşlandığını.
+ Hiç sormadın ki söyleyeyim.
- Haklısın.

Göte bak, göte. Hiç sormamışmışım ki söyleyeymiş.
Sana üst komşunuzun evde içip sıçıp gürültü yapmalarınızdan bıktığı için kıllık olsun diye balkona astığınız yeni yıkanmış donlarınızın üstüne vileda suyu döküp dökmediğini sormuş muydum da peki sinirli sinirli anlatmıştın piç kurusu?

Peki sana 5 ay önce iş gezisi ayağına gittiğin Amerika'da striptiz klüplerinde kucak dansı yaptırıp yaptırmadığını sormuş muydum da yavşak gibi bir de gelip onu anlatarak beni kendinden soğutma raddesine getirdin? Gerçi ben salağın önde gideni olduğum için o zaman bile senden soğumadım ya, sadece içimden inşallah kucak dansından başka bişey yapıp hastalık falan kapmamışsındır diye dua etmiştim mal gibi.

Sana daha sormadığım neler vardı sen daha iyi bilirsin, ama sen yine de hep bana anlatmıştın. Her bokunu anlatmayı uygun gördün de bir tek kalbini kime verdiğini, pardon, kimin süründürdüğünü mü anlatamadın yani ben sormadım diye. Ya allasen bi siktir git.

İçimi çektim. Burada, etrafta bize eğlenme malzemesi çıkacak tipleri barındırdığı için çok sevdiğimiz bu cafede, herkesi rahat rahat dikizlememizi sağladığı için müdavimi olduğumuz bu masada daha fazla oturmanın bir anlamı kalmamıştı. Bu saçma cafeye de bir daha nah gelirdim zaten. Ulan o kadar müdavimi olmuşuz cafenin belki 50 sefer gelmişiz, 40 liradan aşağı hesap ödemeden kalkmamışız her seferinde masadan, ama garsonlar hala siklemiyor bizi be! Sadece bizi de değil, bu cafenin garsonları kimseyi siklemiyor esasında. Çünkü öğrendiğimiz kadarıyla burası aile işletmesi gibi bişeymiş herhalde, garsonlar cafenin sahibinin amca çocuklarıymış. Sanki amca çocuğu değil de başbakan çocuğu bana amınakoyduklarım. Ne latteyi köpüklü getirmeyi bilirler, ne Türk kahvesinin yanında lokum ikram etmeyi ne de menüdeki yemekleri doğru düzgün servis etmeyi. Bi halt bildikleri yok da işte, merkezi bi yerde diye çekiyor millet bunları hep.
 Ay neyse ya, en azından şuan kalkıp gidersem hesabı istemek için garsona tek başına şebeklik yapması, tek başına amuda kalkması gerekecek. Artık gelen hesap kaç dakikaya içeriye gider, kaç dakikaya para üstü gelir bu saatten sonra bu ikimizin ortak derdi olmayacak. Galiba bundan sonra hiçbir ortak derdimiz olmayacak. Bu kısım biraz üzücü işte, doğruya doğru. İnsanın ortak derdinin olmadığı biriyle başka ortak bir duygusunun olması çok zor. Sadece tv deki o saçma yarışma programlarında beraber desteklediğiniz yarışmacının kaybetmesine üzülmek bile iki insanı birbirine bağlıyor gerçekten. Ya da ben bağlıyor sanıyordum. Meğer ben bağlanırken bağlandığım kişi iplerini benden çözüp başkasına sarıyormuş. Olsun.

''Neyse ben gideyim, arkadaşlara sözüm vardı beraber konsere gidecektik.'' dedim. Gözlerini üzerimde rastgele bir noktaya sabitlemiş şekilde kafasını aşağı yukarı sallayıp ''tamam'' dedi. Zaten başka ne diyecekti? ''Gitme de beraber şu altyazısının yarısı çıkmadığı için kendi kendimize komikli dublaj yaptığımız o dandik filmlerden birine gidelim'' mi diyecekti? Diyemezdi ki. Onun tarafından süründürüldüğü bi sevdiği vardı. Süründürülmek bile güzel birşey sanırım, sevdiğin kişi yapınca. Ben o duyguyu daha fazla tatmak istemediğim için kafa yormuyorum artık.

Sandalyeye astığım çantamı aldım, dışarı şöyle bir baktım hava güzel gibiydi o yüzden montumu da elime aldım. Soğuksa da bişey olmazdı zaten, kimse biraz üşümekten ölmezdi. Muhtemelen son kez bakıyordum gözlerine ama ağzımdan tam tersini iddia eden sözcükler çıktı: ''Sonra görüşürüz.''
 Ağız alışkanlığı işte. Bir daha beni kesseler o güzel gözlere sahip çirkin surata bakmam ben. Yine aynı kafa sallama hareketi. Kafası kopasıca. Kendinden uzaklaştırmak için elinden geleni eksik etmeyeceğini bu kadar belli etmese keşke. Yoksa gerçekten de mi umrunda değilim? Allah'ım lütfen öyle olmasın ya. Biz beraber bu cafenin garsonlarına o kadar sövdük ki, beni biraz bile kendine yakın hissetmemiş olması imkansız.

O sikik garsonlu sikik cafenin bulunduğu sokağın köşesinden dönerken, hayır bilemediniz, ağlamıyordum. Neden ağlayayım? Ne olmuş ki de ağlayayım? Sanki annem babam ölmüş, tövbe tövbe. Altı üstü her kalbi olan insanın başına gelen şey gelmiş başıma, sevilememişim sevdiğim kadar.
Sokağın köşesinden dönerken bir müzik sesi duydum. Tanıdık, ama eski. Eski müzik kasetleri, cd ler satan bir dükkandan geliyordu muhtemelen. Ümit Besen'di söyleyen. Şarkıyı ortasında yakaladım, şöyle diyordu;

''Ümitsiz aşkının esiri oldum
Öldürecek beni bu kara sevda''

yüzümde hangi şarkı olduğunu çıkarmanın sevinci ile şarkının devamında gelecek sözlerin mevcut durumuma cuk diye oturuşunu komik bulmamdan dolayı ağzımda çarpık bir gülümseme, şarkının devamını mırıldandım kendime uyarlayarak:

''I love you, I love you
Do you love me? No, you don't ''




















@uykuyuseviyom kullanıcısından Tweetler